Friday 31 August 2012

MCDONALDS'TAN ÇOCUKLARA: BENİ SİZLER VAR ETTİNİZ




McDonalds’ın, her yaşın damak tadına hitap etmesine rağmen, en çok çocuklarla arasının iyi olduğunu söyleyebiliriz öyle değil mi?

Markanın kurucusu Ray Kroc’un, McDonalds’ı inşa ederken, ilgili pazarda en çok çocukları hedefine aldığı bir gerçek. Bunun nedeni ise bazı akademik yazarlar tarafından, çocuklar ile geleneksel anlayışlar arasındaki bağın zayıf olması olarak gösteriliyor. Açacak olursam;

McDonald’s markası, markanın vatanı Amerika’nın sahip olduğu kültürden çok farklı bir kültüre sahip ülkeler için bir Amerikan dayatması olarak algılanıp oluşabilecek bir kültür yozlaşmasının kaynağı olarak görülüyor. Bu ülkelerde açılan her yeni McDonald’s restoranı, arzu edilmeyen bir Batılılaşma sürecinin zinciri olarak kabul ediliyor. Daha doğrusu, kabul ediliyordu; çünkü bu anlayış McDonalds’ın kendini doğuda henüz kabul ettirme sürecinde çok daha belirgindi.

Söz konusu olan bu kültür farklılığının ve ticari anlamdaki etkilerinin taraflarınca pek de bilincinde olunmadığı bir kitle var ki o da çocuk kitlesi. Eşsiz bir tat ve sevilen maskot Ronald McDonald’ın katkılarıyla markaya eğlenceli bir tema yükleyen çocuklar için McDonald’s bütün eşitsizlik ve sınırların görünmez olduğu bir harikalar diyarı sayılabilir. Çocuklar Ronald’ı, onların ne istediğini bilen, daha da önemlisi, onları sipariş tezgahından oyun alanlarına kadar güvende hissettiren bir kahraman olarak görüyorlar. Bütün bunlar gözönünde bulundurulduğunda Krock’un, tüm dünya pazarında rahatlıkla yer alabilmesini kolaylaştıran çocuk kitleye yönelmesi de oldukça stratejik.

1983 yılında The Times’da yayınlanan bir makalede, yaşları 2’ye kadar düşen çocukların bile, annelerini McDonald’s restoranlarına doğru çekiştirdikleri belirtildi. Henüz çok küçük olan çocukları tarafından bu tarz yoğun bir baskıya maruz kalan ebeveynlerin ise McDonalds hakkında olumlu fikirlere sahip olması çok kolay olmadı elbette.

McDonalds’ın, çocukların akıllarını çelici, etik olmayan bir reklam politikası yürüttüğünü iddia ederek markaya karşı ayaklanmış olan pek çok ebeveynin konu olduğu haberleri okuduğumu hatırlıyorum. Fakat görüldüğü üzere hakkında çıkmış eleştirileri, geliştirdiği politikalarla eritip daha ılımlı bir yöne çekmeyi başarmış olan McDonald’s her geçen gün daha çok çocuk ve ebeveyni kazanmaya devam ediyor.

Şunu da belirtmekte fayda var ki, McDonalds’ın çocuklara cazip gelen en önemli taraflarından biri, hissettirdiği özgürlük duygusu. Günlerinin çok büyük kısmını zaten ailelerinin otoriteleri altında geçiren çocuklar için, oyun alanlarına sahip McDonald’s bir özgürlük alanı. Bu özgürlük hissini örneklendirecek bir de şahidim var.

Marka henüz drive-in, yani arabaya servis şeklinde hizmet verdiği dönemlerde, sipariş almakla yükümlü ilk görevlilerden Art Bender, ilk McDonald’s müşterisinin, kendi kendine sipariş veriyor olmaktan çok hoşnut olan 9 yaşında bir çocuk olduğunu söylüyor. Bender’ın söylediğine göre, çocuklar tezgahın yanına gelmekten ve ellerindeki hamburgerden bir yandan bir iki ısırık alırken bir yandan da diğerini sipariş ediyor olmaktan oldukça haz alıyorlar. Geriye baktıklarında arabanın içinde hala annelerini görüyorlar fakat aynı zamanda hiç olmadıkları kadar özgürler.

Fransa’daki çocuklarla yapılan röportajlara göre de McDonald’s’ta çocuklar, ailelerinden gelen minimum müdahele ile çok mutlular. Ayrıca restoranların gürültüsünün, parlak renklerinin ve çalışanların uyumluluğunun çocukları olduğu kadar rahat bir yaşam tarzına sahip olan yetişkinleri de kendine çektiğini söylemek mümkün.

Fast food sektöründeki bu lider marka her ne kadar hala pek çok ebeveyn tarafından çocuklardan uzak tutulmaya çalışılsa da, sadece kendi etrafımda, çocukları doğmadan önce, onlara McDonalds’dan asla yedirmeyeceklerini söyleyen fakat sonrasında onları en az iki haftada bir McDonald’s restoranına götürmek zorunda kalan pek çok aile biliyorum. Yani Ronald amca ortalıkta dolandığı müddetçe çocukları McDonalds'tan uzak tutmak hiç de mümkün değil.



Thursday 23 August 2012

COCA COLA TÜRKİYE'YE THE STEVİES'DEN 3 ÖDÜL

Haberler.com'dan alinmistir.


Coca-Cola Türkiye, 2002'den beri her yıl ikiyüzden fazla yetkiliden oluşan bir jürinin değerlendirdiği dünya çapındaki bireysel ve kurumsal başarıları onurlandıran, The Stevies olarak da bilinen International Business Awards 2012'de 3 ödüle layık görüldü. 125. yıl etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen "Coca-Cola ile Mutluluk Yolculuğu" sergisi, Haziran ayında Pazarlama İletişimi ve Bütünleşik Pazarlama dalında Altın Pusula Halkla İlişkiler Ödülü'nü de almıştı.

125. Yıl kutlamaları çerçevesinde Türkiye'ye özel olarak hazırlanan sergi ile altmıştan fazla ülkeden gelen sayısız proje ile yarıştığı The Stevies'de "En iyi Kurumsal İmaj Organizasyonu" dalında Altın, "Yılın PR Programı ? Bilinirlik/Marka Yönetimi" ve "En İyi Tüketici Organizasyonu" dallarında ise Gümüş Stevie ödüllerini alan Coca-Cola Türkiye, ödülleri 15 Ekim tarihinde Kore'nin Seul kentinde düzenlenecek bir ödül töreninde alacak.

Mutluluk mirası dört bir yanda
125 yıllık mutluluk mirasını 'Coca-Cola mutluluğu' konseptiyle hedef kitle ile buluşturan "Coca-Cola ile Mutluluk Yolculuğu" sergisi geçmişten geleceğe mutluluk yolculuğunu, geçmiş ve gelecek olarak iki farkli bölüm ile seyircilere yaşattı. Sergi ile 1800'lerin sonundan günümüze dek yaşanan ana dönemlerin yaşam tarzı ve beğenilerini yansıtan obje ve sanat eserleri,izleyicilerin beğenisine sunuldu. Coca-Cola'nın merkezi Atlanta'dan sergi için Türkiye'ye getirilen birbirinden değerli eserler arasında Andy Warhol, Norman Rockwell, Haddon Sundblom, Hufford, Peter Tutzauer gibi dönem sanatçılarının markaya özel çalışmaları da vardı. Sergide Coca-Cola'nın dünya ve Türkiye'deki ilk ilan çalışmalarının yanı sıra uzaya gönderilen ilk Coca-Cola şişesi ve koleksiyoner Melis Kori'nin Türkiye'de satışa sunulan şişelerden oluşan 170 parçalık koleksiyonu gibi nadir görülen sunumlar da yer aldı.

Mekan ve zaman algısı değiştirilerek geleceğe atıfta bulunan ikinci bölüm ise görsel bir gösteri oldu. Coca-Cola'nın geleceğe uzanan öyküsünü 4,5 dakikalık sanal bir yolculuğa dönüştüren bölümde 4 boyutlu ses kullanımıyla davetlilere işitsel ve görsel bir deneyim yaşattı. Türkiye'de ilk kez kullanılan bu sistemle Coca-Cola'nın sahip olduğu temel değerlerden yola çıkarak özel olarak tasarlanan görsel efektler, davetlilere 360°'lik açıyla izleme imkanı sağlayabilmek amacıyla Quadraphonic (Surround) ses uygulaması eşliğinde sunuldu.

Wednesday 22 August 2012

KAÇIRANLAR İÇİN TÜRKİYE İŞ BANKASI RÖPORTAJI

Haberin tazeliginin uzerinden zaman gecmesine ragmen yine de Turkiye İs Bankasi genel baskani ve
muduruyle yapilan roportaji kayitlarim arasinda tutmak istiyorum.
Ulke olarak artik katlanilamaz bir gundemi kapi disari edemedigimiz su gunlerde, Turkiye İs Bankasi'nin yaptigi vurgular, hümanist ve cesaretli tavri dikkat cekmeyecek gibi degil. Turkiye'mizin demir ağlarla örüldüğü zamanlarin dayanismaci bir sahiti olarak T.İ. Bankasi'nin Cumhuriyetin Bankasi oldugunu vurgulamasinin, bir sosyal bilinç tavrinin ticari bir kimlik güçlendirmesine donusmesinin bir ornegi oldugunu soylemek de yanlis olmaz.
Asagida röportaj yer almakta.

'Mangal gibi yüreğimiz var biz Cumhuriyet kurumuyuz'
İş Bankası, Kafkaslar'daki ilk şubesini Gürcistan'ın Türkiye'nin sınırındaki kenti Batum'da açtı. Yurtdışında en son şubeyi Erbil'de açan İş Bankası, Türkiye'de ise Güneydoğu'da Yüksekova'da şube açmaya hazırlanıyor. Batum Şubesi'nin açılışında Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince ve Genel Müdür Adnan Bali ile sohbet ettik. Türkiye ve dünya ekonomisindeki gelişmeler, bankacılık, konut fiyatlarındaki balon endişesi gibi birçok farklı alandaki soruları yanıtlayan İş Bankası yöneticileri, şube açtıkları bölgelerdeki terör ve savaş olaylarını da değerlendirdi.

Avrupa'da risk daha fazla
Türkiye'nin Suriye, Irak, İran gibi komşularıyla artan gerginliği nasıl değerlendirdiği sorusu üzerine Özince, Gürcistan Merkez Bankası yetkililerinin bu soruyu sorduğunu söyleyerek şu değerlendirmeleri yaptı:
Banka yetkililerine evet dedim, sizin Kafkaslar da bir volkandı, şimdi uyuyor. Ama maalesef Ortadoğu bir türlü uyumuyor. Türkiye'yi, müşterilerimizi ilgilendiren her türlü konu bizi de ilgilendirir. Ama bunlar yönetilemez sorunlar değil. Ortadoğu'daki risklerimiz Avrupa'dakinden çok daha az.
Şimdi doğrusunu isterseniz bunlar beni tedirgin etmiyor. Çünkü biz Kıbrıs Barış Harekâtı'nda halk panikleyince veznelere camın arkasına para yığıp güven telkin eden bir bankayız. İş Bankası sadece bir banka değil, Cumhuriyet'in kuruluşu.
Bize ülkemizle ilgili riskler vız gelir. Bizim sermayedarımızın yüreği pıt pıt atmıyor. Mangal gibi yürek var. Akşam yatıp da sabaha kalktığında ne yapacağım diye düşünmüyor. Bunu yapana da saygım var, bir şey demiyorum.
Özel sektör, özel sermaye belki tedirgin olabilir ama bizim yüreğimiz öyle pır pır Selanik değil. Bu misyonla kurulduk biz. Falanca banka gibi çok korktum, Güneydoğu'dan, bilmem ne. Ne korkacağım.

Yüksekova'ya şube
İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali de önümüzdeki günlerde Yüksekova'ya şube açacaklarını belirterek şu katkıyı yaptı: "1197 adet şubeyle Türkiye'ye mal olmuş bir bankayız. Tası tarağı toplayıp başka bir yere gidecek halimiz yok. Ülkedeki birkaç değişkenden şu ya da bu şekilde rahatsız olup o riskleri başkalarına devredip geri çıkanların yapacağı iştir bu. Bizimki o değil."

Konut fiyatlarında balon yok
Türkiye'de konut balonu olup olmadığı sorusunu da Özince 'Batum-İstanbul' karşılaştırması yaparak yanıtladı: "Kanyon'da fiyatların 2400 euro olduğunu duyduğumda aklım durmuştu. Ama burada bir evin metrekaresi 3-5 bin dolar. Dünya kenti olan İstanbul'da metrekare fiyatı neden 4-5 bin dolar olmasın? Demografiye ve şehirlerin gelişmesine baktığımızda balon olmadığını görüyoruz. Kısaca sorun görmüyorum."

Türk girişimci çevreye yayılmalı
Avrupa ile ticaretin yüzde 60'lardan yüzde 40'lara indiğini, bunun da dinamizmi ifade ettiğini söyleyen Özince önerilerini şöyle sıraladı: "Türk müteşebbisinin de çevreye yayılması lazım. Çünkü teknoloji geliştirme yeteneğimiz yok. Rekabet merdiveninde üste çıkamayacağımız için üretim maliyetinin ucuz olduğu yerlere göç ederek bunu yapabiliriz. Yeni pazarlar bize asıl katkıyı sağlayacak düzeyde oluşmadı. En temel risk olarak etrafımızdaki sosyo politik riskleri görmeliyiz."

Batum sıçrama taşı
Gürcistan'ın içinde Acara Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti olan Batum'da kurulan İş Bankası şubesinin açılışı için gerçekleştirilen resepsiyona Acara Özerk Cumhuriyeti Başbakanı Levan Varshalomidze, Batum Başkonsolosu Engin Arıkan ile işadamları katıldı. İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Özince, şunları söyledi: "Gürcistan'da Türk müteahhitler tarafından üstlenilen 83 projenin tutarı 1 milyar doları aşmış, bilhassa son dönemde hidroelektrik santralları inşasında Türk şirketleri önemli bir yer edindi. Türkiye son 5 yılda Gürcistan'a yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımları içinde 525 milyon dolarlık yatırım ve yüzde 8,7'lik payla da üçüncü sırada. Bu güçlü ticari birliktelik, İş Bankası Grubu olarak Gürcistan'ı odağımızda tutmamızı sağlamış, yatırımlarımız için bizi motive eden bir unsur olmuştur" dedi. 

Tuesday 21 August 2012

ABD'NİN DİET KOLASİ SATİS YUKSELİSİNİ PAZARLAMA STRATEJİLERİYLE PERCİNLİYOR

Media Cat Online haberidir.

Diet Kola ambalajını yeniliyor

ABD’de Diet Kola, beş yıldan fazla süredir ilk defa ambalaj tasarımını kalıcı olarak değiştiriyor.
1 Eylül’de marka imajını, geçen sonbahar tanıttığı yeni tasarımla değiştirecek. Yeni ambalajlar sınırlı sayıda olacak.
Diet Kola’nın logosu yerine D ve k harflerinden oluşan tasarım, Turner Duckworth’e ait. Arka planda gümüş renk hakim olan teneke kutuda kırmızı ve siyah renk kullanımı eskisi gibi aynı bırakıldı.
Tasarımda değişim, sadece teneke kutu üzerinde olup şişeleri kapsamıyor.

Markanın sözcüsü Kerry Tressler, baş harflerin kullanıldığı yeni logonun popüler talep üzerine oluştuğunu ifade ediyor.

Marka için, ilk çeyrek etrafında yoğunlaşan atılımlarıyla  Sonbahar mevsimi önemli bir pazarlama periyodu oldu.
2010’da Diet Kola Pepsi’yi geçti ve ABD’de içecek sıralamasında ikinci oldu. Ve o zamandan beri, bu durumu avantaj olarak görüp, yılın ikinci yarısında pazarlamaya hız verdi.
Tarihsel olarak Diet Kola’nın pazarlamasına, ilk çeyrekte Academy Ödülleri sponsorluğunda ve New York Moda Haftası’yla bağlantılı olan Heart Truth kampanyası ile ağırlık verildi.

Saturday 18 August 2012

ÇİN'DEKİ MELAMİNLİ SÜT TOZU SKANDALI


..

Wikipedia'dan Çevrilmiştir

2008’de Çin’de, bir gıda güvenliği skandalı olan süt krizi yaşandı. Kriz, sütü ve bebe mamalarını da kapsayan bazı gıda ürün ve bileşenlerinin içerisine “melamin” maddesinin karıştırılması ve bunun ortaya çıkmasıyla baş gösterdi.

2008’in Kasım ayında, Çin, böbrek taşlarından ve çeşitli böbrek tahribatlarından dolayı ölen 6 bebeğin ve hastaneye kaldırılan 860 bebeğin duyurusunu yaptı. Yapılan araştırmalara göre, sütün içerisine, protein miktarını daha yüksek göstermek için melamin maddesinin karıştırıldığı öğrenildi. Daha trajik olanı ise, 2004 yılında, Çin’de gene bu tarz bir sahtecilik olayından ötürü kötü beslenmeden 13 bebeğin ölmüş olması.

Skandal, 16 Temmuz günü, Sanlu Grup tarafından üretilen süt tozlarıyla beslenen, Gansu ilindeki 16 bebeğe böbrek taşı teşhisi konulmasıyla açığa çıktı. Bu olay ilgileri, Çin’deki politik yozlaşmaya ve gıda güvenliği konusuna çekerek günlük Çin ürünlerini ithal eden 11 ülkenin Çin’le ticareti sonlandırmasıyla Çin’in yiyecek ihracatın da zarar vermiştir.

Skandal neticesinde iki kişi idam edildi, bir kişinin ölüm cezası askıya alındı ve üç kişi de müebbete mahkûm edildi. Bir başka iki kişi 15 yıl hapis cezası aldı, 7 yerel yönetim görevlisi de işten atıldı ya da istifaya zorlandı.

Dünya Sağlık Örgütü, bu krizi, son yıllarda karşılaşmış olduğu en büyük gıda krizi olarak niteliyor ve Çin’li tüketiciler tarafından da üstesinden kolay gelinemeyecek bir vaka olduğunu belirtiyor. Daha da önemli bir çıkarım olarak, bu melamin skandalının büyüklüğünün; tüketicileri basit, kısa dönem kârlarıyla aldatmak için kasıtlı olarak meydana getirilmesinin bir kanıtı olarak görüyor.

Kriz, özet olarak bu şekilde tanımlanabilir. Şimdi biraz daha ayrıntıya girecek olursa, öncelikle melaminin ne olduğunu belirtmekte fayda var.

Melamin, bir tür plastik olan melamin- formaldeyhde ( su ile karıştırılıp antiseptik olarak kullanılan gazlı keskin bir katışık) reçinesinin üretiminde kullanılan, alevlenmeyi geciktirici özelliği olan ve genellikle tezgah üstlerinde, kuru temizleme tahtalarında kullanılan bir madde. Bu madde, nitrojen bakımından hayli zengin olup bazen yiyeceklerin içine, görünen protein miktarını artırmak için karıştırılabiliniyor. Melamin aynı zamanda, içme sularında ve hayvan yemlerinde kullanıldığında, vücutta siyanürik asit olarak tepki verdiği zaman (bu mümkün)hayvanlarda ve insanlarda, böbrek ve idrar yolları problemlerine yol açabiliyor. Bu yüzden melamin kullanımı, gıda sektörünce, evrensel olarak yasaklanmıştır.

17 Eylül 2008’de Sağlık Bakanı Chen Zhu, bozulmuş süt formülünün 6200’den fazla çocuğu hasta ettiğini, daha çok yeni doğan 1300’den fazlasını hastaneye mâhkum ettiğini, bunlardan 158’inin şiddetli böbrek rahatsızlığına maruz bıraktığını belirtti. 23 Eylül itibariyle 54000 çocuğun hasta, 4 çocuğun da öldüğü ilan edildi. Dünya sağlık örgütünün raporuna göre çocukların hasta düşen % 82’si 2 yaş ve altındaydı. Hong Kong Gıda Güvenliği Merkezi, mağdurların % 99’unun 3 yaşın altında olduğunu duyurdu. İnsanlar dışında Hangzhou Hayvanat Bahçesi’nde bir yavru aslanın ve iki orangutan yavrusunun da Sanlu süt tozuyla beslenerek yaralandığı bildirildi.

8 Ekim’de hükümet, sürekli güncellenen verilerin, bu bir salgın hastalık olmadığı için, yayınlanmasına ve her seferinde halka duyurulmasına lüzum olmadığını belirtti.
Çin’in güneybatısındaki Shaanxi Jingiao Günlük Ürün Şirketi’nden bir temsilci, süte ilave edilen ve denetlenmeyen maddelere dair korkularını halka açık bir şekilde duyurmuştu. Bu temsilcinin resmi kurumlara ve günlük ürün imalatçılarına 2005 ve 2006 yılında yaptığı şikayetler maalesef sonuçsuz kaldı. Bu durum, Merkezi Çin Televizyonu tarafından ele alındı fakat Shaanxi Kalite ve Teknik Uzmanları Bürosu, herhangi bir kötüye kullanım kanıtı bulamadı.

15 Eylül’de, Sanlu Şirketi, zehirlenmiş sütler için halktan özür diledi, üretimi durdurup bütün satılmamış sütleri imha etti, raflardaki bütün ürünlerini toplattı. Yetkililer Sanlu depolarında 2176 ton süt tozunun bulunduğunu, 9000 ton süt ürününün de toplatıldığını belirttiler.

Bütün bu skandal sonrasında, Sanlu markası oldukça zarar gördü. 27 Eylül itibariyle China Daily Gazetesi Sanlu’nun iflasa gittiğini ve Beijing Sanyuan Gıda Şirketi tarafından devralınabileceğini duyurdu. Sanlu aynı zamanda, mağdur olan çocukların ebeveynleri tarafından da açılmış pek çok davanın sanığı oldu.

Krizden ötürü tüketiciler de paniğe kapılıp günlük ürünlere olan taleplerini azalttılar. Bu durum, sütlerini satacak ve günlük ürün veren ineklerini destekleyecek kimseyi bulamayan 2 milyon Çinli çiftçinin zor durumda kalmasına da yol açtı. Çiftçiler sütlerini döktüler ve ineklerini de sattılar.

Süt tozu faciası, akıllara, Çin’de meydana gelmiş 2008 Yaz Olimpiyatları’nı da akıllara getirdi. Melamin ile bozulmuş süt ve süt ürünlerinin, olimpiyatlar esnasında tüketilen ürünlere karışmış olup olamayacağı akıllarda soru işareti bıraktı. Fakat yetkililer, ‘Biz, olimpiyatlardaki yiyecek tedariki için özel kalite yönetim önlemleri aldık’ diye duyurarak bu ürünlerin güvenli olduğunu belirtti.

25 Eylül 2008’de Avrupa Birliği Komitesi, Çin sütünü içeren bebek mamalarının ithalatına ambargo koydu. Aynı zamanda komisyon,her türlü Çin üretimli yiyecek maddesinin çok daha sıkı bir şekilde denetlenmesine dair önlemler aldı. Hollanda’da da bozuk Çin ürünlerine rastlandı, Fransa da bütün günlük Çin imalatı ürünleri raflardan kaldırttı. İngiltere’deki büyük market zinciri Tesco ise White Rabbit şekerlerini raflarından kaldırdı.

Melamin krizi, süt üreticilerine karşı müthiş bir kızgınlık beslenmesine neden oldu. Sanlu ofisinin önünde, ödedikleri ürünlerin parasını geri almak isteyen uzun tüketici kuyrukları oluştu. Sanlu web sitesi birkaç kez saldırıya maruz kaldı ve sitenin ismi ‘Melamin Grubu’ olarak değiştirildi. Melamin Grubu ismi, Çince karakterlerle ‘ 三聚氰胺集团olup Sanlu ismini oluşturan ’三鹿 daki   ‘ karakteriyle ince bir şekilde oynanarak oluşturuldu.

Başkan Wen Jiabo’nun skandala tepkisi halktan özür dilemek oldu ve süt skandalı ile ilgili kendisini son derece suçlu hissettiğini söyledi.

Wednesday 15 August 2012

DOMİNOS'UN LOGO DEĞİŞİKLİĞİ





Yeryüzündeki her türlü canlı için “kimlik” olgusunun ne kadar önemli olduğu tartışılamaz. Bu ister bir çiçek olsun, ister bir hayvan, isterse bir eşya, hepsinin birer kimliği olduğu ve hafızalarımıza kimlikleriyle konuşlandıkları bir gerçek.  Diğer yandan kimlik kavramının üzerine binen anlam ve sorumluluk elbette ki bütün türler için aynı şekilde yorumlanamaz.

Bir çiçeğin kimliğinden onun rengi, kokusu, yaşam tarzı ve hayattayken etrafındakilere bulunduğu katkı ya da zarar hakkında bir fikir elde edebilirken, aynı çiçeğin değişen koşullar doğrultusunda bambaşka bir yaşam tarzını benimsemesini,  kendine yeni hedefler koyarak hayatına devam etmesini bekleyemeyiz. Her ne kadar, her ortamın çiçeği, koşullarla baş edebilecek farklı özelliklere sahip olsa da (kaktüs mesela), değişik ortamlarla mücadele etme yetileri onlara, var olmaya başladıkları andan itibaren zaten bahşedilmiş.

Bu, içgüdüleriyle hareket eden hayvanlarda da böyle.
Aklıyla düşünebilme yetisine sahip tek tür olan insanın ise kendisinden ve kendisinden başka her türden sorumlu olduğu gerçeği, kimlik olgusunun insan üzerinde devasa bir boyutta yorumlanmasına neden olmakta. Dolayısıyla insanın ürettiği, hakim olduğu, oluşumuna ortam hazırladığı her şeyin kimliği de aynı öneme sahip duruma geliyor. Tıpkı markalar gibi.

Oluşumlarının arkasında insan olduğunu düşündüğümüzde, markaların aslında insanlardan çok da farklı bir yapıya sahip olmadıklarını söyleyebiliriz. Hatta değişen koşullar doğrultusunda stratejilerini değiştirip kendilerini daha çok sevdirme yöntemlerine başvurduklarına bakarsak, bir akıla sahip olup düşünebildiklerini söylemek de mümkün. Bir alt insan ve çok çeşitli istek, ilgi ve meraka karşılık verebilecek alt kimliklerdir markalar.

Marka ve kimlik üzerine teori ve pratikte söylenecek çok şey, verilecek çok örnek var kuşkusuz; fakat uzatmadan, yakın zamanda bir marka kimliği restorasyonu örneği teşkil eden önemli bir markanın haberine yer vererek, yukarıda yazdıklarımı küçük çapta örneklendirmek istiyorum.

Marka kimliğinin en önemli öğelerinden biri olan “logo” unsurunun yine önemli bir marka tarafından değiştirilmesi ve markaya yeni bir kimlik kazandırılmaya çalışılmasına örnek olan, Los Angeles Times Gazetesi’nde yer alan Domino’s haberini aşağıda okuyabilirsiniz.

Domino’s Pizza ‘geleceğin restoranı’projesini hayata geçirerek logosunu yeniledi.
 Domino’s Pizza’nın artık, restoran dizaynını destekleyen ve ‘pizza yapma becerisi ve sanatı’ nı vurgulayan yeni bir logosu var. Şirketin söylediğine göre zincirin ‘geleceğin restoranı’, yıllardan beri süregelen büyümenin ve bir konsept denemesinin ürünü. Projenin içine aldığı yeni ‘pizza tiyatrosu’ tasarımı, pizza aşçıların çalışmalarını alenice gösteren açık mutfak tasarımını benimsiyor.

Bu yenilenmeyle, Domino’s tüketicileri rahat lobi alanlarında bir araya gelebilecekleri gibi elektronik olarak sipariş vermek için telefon klübelerini de kullanabilecekler. Ek olarak, restoran civarındaki tebeşir tahtasına şikâyetlerini ya da olumlu bildirimlerini yazabilecekler, bunun yanında restoran içerisinde yer alacak büyük ekran televizyonlarla da bir seyir keyfi yaşayabilecekler. Dominos’tan alıp da Domino’s restoranında oturup yemeyen tüketiciler için, onların salata, süt, kurabiye, tatlı ya da diğer yiyeceklere de erişmeleri sağlanacak.

Lider restoran zinciri Domino’s, Amerika’da şimdiye kadar neredeyse bir düzine konsept restoran inşa etti.
Kuruluş, bu tasarım restorancılığına ek olarak logosunda da bir değişikliğe giderek, bütünsel olarak kare gözüken logosunu, eskisiyle oldukça benzeşen yeni dikdörtgen şekline çeviriyor.

Bu basit fakat görsel olarak dikkat çekici yeni logoyla umut edilen, bir Nike logosu kadar ya da McDonalds’ın altın yayları kadar fark edilebilir ve bilinir olmak.
Sadece yeni restoranların ve bir tasarım değişikliğine uğrayan eski restoranların bu yeni logoyu kullanmalarına izin verileceğinin de belirtilmesi gerekiyor.
Yeni politikalarıyla, zincirin kendisini pizza pazarı içinde, daha yüksek gelirli bir tüketici grubuna hitap edecek şekilde farklılaştırmayı amaçladığı söylenebilir. Pizzalar şimdi gurmeler için ürün içerik bilgisine sahip olmakla beraber, glutensiz dış pizza kabuklarına sahip olan ve 'artisan pizzas' yani “sanatkar pizzası” olarak adlandırılan yeni bir ürünü de tüketicilere sunuyor.

Birçok büyük restoran zinciri, büyüyen tüketici kitlesini tekrar elde etmek ve yoğun rekabet ortamında ticari potansiyellerini korumak için, piyasadaki durgunluk döneminden itibaren kendi içlerinde yenilenmelere gitmekte. Buna örnek olarak, Burger King’in, yeni ürünlerinin reklamını yapmak için David Beckham gibi ünlüleri kullanması,  Chuck E. Cheese’in sakin maskotlarını bir rock stara dönüştürmesi verilebilir.


Monday 13 August 2012

APPLE'IN GENÇLERLE ARASI MI AÇIK?


Bir marka oluştururken, piyasaya yeni bir ürün sunarken, bir PR kampanyası düzenlerken ya da ileriye dönük maddi bir hedef koyarken, ticari açıdan sürekli göz önünde tutulması gereken bir şey var ki; o da hedef kitle. Hedef kitle, bir kuruluşun rotasını belirleyen ve onu istikrarlı bir yapıya bürüyen en net çizgilerden biri olarak kabul edilebilir. Bu faktör her ne kadar kuruluşun kendisi tarafından karar verilebilir ve kontrol edilebilir gibi gözükse de aslında bu seyri değiştirebilen önemli bir unsur var: Hedef kitlenin kendisi.

Demek istediğim şu ki; bir marka, hedef kitlesine yönelik stratejiler geliştirebileceği gibi bu hedef kitlenin değişen tercihleri de markanyı zaman zaman hedef kitlesini değiştirmeye itebilir. Tıpkı aşağıda paylaştığım makalenin Apple için söylemeye çalıştığı gibi.

Olimpiyatlar boyunca Apple’ın yayınladığı “Genius Bar” reklamı, Apple’ın hedef kitlesinin bir değişime uğrayıp uğramadığı konusunda bir takım spekülasyonlara yol açtı. Öyle ki, genç kesimin hedef edinilmediğinin iddia edildiği reklam filmi, yoğun eleştiri bombardımanından sonra yayından kaldırılma noktasına kadar geldi. Şimdi, The Atlantik Dergisi editörü Jordan Weismann’ın kaleme aldığı,  konuyla ilgili ayrıntıları içeren aşağıdaki makaleyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

 “
Apple’ın reklam ajansının da doğruladığı üzere, olimpiyatlarla birlikte yayınlanmaya başlayan ve çok eleştirilen “Genius Bar” isimli Apple reklam filmi hızla yayından kaldırıldı. Dünyada 10 en iyi reklam ajansı arasında yer alan TBWA’nın yaptığı resmi açıklamaya göre, Apple ürünlerinin kullanımları konusunda kafası karışık orta yaşlı tüketici grubuna yardım etmeyi hedeflemiş olan ve “Apple Genius Bar” olarak adlandırılan Apple Dükkanını konu alan reklam filmini kaldırma kararı, blogcuların ve Apple fanlarının reaksiyonlarına bir yanıt vermekten çok uzaktı; aksine reklam zaten kısa bir süreliğine yayında kalması için planlanmıştı ve zaten kendiliğinden yayından kalktı.

Her neyse. Tüm bu iddiaları bir kenara bırakalım.

Sözü edilen reklam, televizyonlarda dönmeye başladığı zaman herkes Apple’ın bu reklamla neden kendi hedef kitlesi dâhilinde olmayan yaşlı kesime yöneldiğini merak etti. YouGov ‘daki pazarlama araştırmacılarına göre ise yanıt açık: Şirket gittikçe yaşlanan fanlarıyla iletişime geçmek istiyor olabilir.

Şimdi, durumu daha iyi anlamak için YouGov’un Apple hakkındaki bulgularına bakalım. Bu bulgulara göre, geçen yıl (2011) 35 yaş ve üzeri tüketiciler, genç tüketicilere kıyasla, Apple hakkında çok daha iyi, olumlu haberler duydular.

Aslında bulguları çözümlemeden önce YouGov’un tam olarak neyi ölçümlediğine bakmakta fayda var. YouGov, sorulara cevap bulmak için yaptığı ankette, cevap vericilere şu soruyu sordu:

‘Son iki hafta içinde, bir reklam ya da haber aracılığıyla yahut kulaktan kulağa dolaşarak size gelen bilgilerle Apple hakkında bir şey duydunuz mu, duyduysanız pozitif miydi negatif mi?’

YouGov daha sonra elde ettiği yanıtları toplayarak bunları, bir ‘Apple ile ilgili söylenenler skoru’na dönüştürdü. Burada şuna dikkat etmek gerekir ki, sorulan sorular tüketicilerin Apple hakkında ne düşündüğü değil ne duyduklarını saptamaya yönelik.

Elde edilen sonuçlar, 35 yaş ve üzeri tüketici grubunun, 18-34 yaş grubuna nazaran daha büyük bir Apple destekçisi olduğunu ortaya çıkardı. Böylece markanın olimpiyat reklamı, ne kadar kötü şekilde yürütülmüş olursa olsun, en azından yeni ve daha iyi bir tüketici grubunu hedeflemiş oldu.

Bunun tamamen doğru olup olmadığı hakkında bir şey söylemek şimdi mümkün değil. Fakat YouGov’un, tüketici fikirlerinden çok, ölçmeye çalıştığı şey Apple’ın PR faaliyetlerinin ne durumda olduğu.

Şu iki duruma bakalım:

35 yaş ve üzeri tüketici grubu, 4 yıl öncesine kıyasla Apple hakkında çok daha iyi haberler duyuyor değiller. Aksine kuruluş, bir ‘genç sorunu’nun gelişimine ortam hazırlayan faaliyetlerde bulunuyor. YouGov skoruna göre 18-34 yaş tüketici grubu, 2008’den itibaren, Apple ürünlerini satın alma açısından bir düşüş gösteriyor.

Bu durum Apple’ın Genius reklamını çok daha karmaşık bir hale getirmekte. Eğer YouGov verileri doğruysa, şirketin şimdiki en büyük problemi, gençlere olumlu/güzel Apple haberleri aktarmadaki yeteneksizliği. Buna rağmen Apple, dikkat çekici bir reklamla orta yaş tüketici grubuna seslenmeye karar verdi. Marka bunu, İphone 4S reklamlarında Martin Scorsese ve John Malkovich gibi isimleri kullanarak kurnaz yollarla zaten yapmaya başlamıştı. Fakat en son yayımladığı Genius Bar reklamı, yepyeni ve son derece belirgin bir strateji üstlenip marka politikalarına dair bir bilinmezlik yaratmıştır.

Apple belki de sadece şansını daha yaşlı ya da daha zengin bir tüketici grubundan yana kullanmak istedi. Fakat geçtiğimiz 10 yılda kendi kendinin pazarlamacısı olan bu lider marka için bu yöntem esasında biraz garip bir seçenek gibi görünüyor.

Şüphesiz ki çılgınca sahnede yerini alacak olan İphone 5 ürünü ile Apple yakın zamanda kar marjını ya da tüketici ilgisini kaybetme tehlikesi altında gözükmüyor; fakat şirket giderek daha az gence hitap edecek duruma gelirse ve bu durumu iyileştirmek için hiçbir şey yapmazsa, sanırım geleceğin markasının ne olacağı üzerinde düşünmek zorunda kalacağız.