Friday 10 August 2012

THY VE ETİK KAVRAMI ÜZERİNE




“Etik” kavramı, biz farkında olalım ya da olmayalım, bu kavrama önem verelim ya da vermeyelim, hayatımızda oldukça önemli bir rol oynar. Hele ki günlük hayatımız dışında, verilen bir kararın çok geniş kitleleri etkileyebildiği iş dünyasından söz ediyorsak eğer  iş çevremize etik bir anlayışla yaklaşma zorunluluğumuz kaçınılmazdır. Ne için? Başarılı olmak, itibarımızı hakkıyla yönetmek için elbette.  

Ben, bu kavramın aslında yenilenebilir bir özelliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Bence, etiksizlikten kaynaklanan bir krize, etiğin hâkim olduğu stratejilerle yaklaşıldığı zaman, kotarılmaya çalışılan durum için ilk ve en önemli adımın atılmış olduğunu varsayıyorum. Hata ne kadar büyük olursa olsun, içinde bulunulan durum ne kadar içinden çıkılamaz görünürse görünsün, bir takım önemli ilkelerin geç de olsa farkına varmak ve onları benimsemek, durumun muhakkak iyiye gitmesini sağlar.  

Dünyadaki kuruluşların yüzde kaçının, stratejilerini etik ilkeler çerçevesinde yönettikleri meçhul. Bu kuruluşları bir etiklik çerçevesinde değerlendirebilir olmak, bazen kurumun kendisinin alenice attığı bir adım ya da aldığı bir karar, bazen de istemsizce ortaya çıkan bir kriz aracılığıyla mümkün olabiliyor.

Bu bağlamda Mayıs ayında bir “grev” kriziyle karşı karşıya kalan Türk Hava Yolları’nın, bugün airport internet sitesinde okuduğum bir haberine yer vererek, etik kavramını bu kuruluş üzerinden değerlendirmek istedim. Haberin değinmek istediğim kısmının başlığı şöyle:

“İşten atıp, ‘ölü’ saydılar”

Özetleyecek olursam;

29 Mayıs tarihinde işten çıkarılan kabin amirlerinden biri olan Meltem Akdağ, ABD’nin Los Angeles kentinden İstanbul’a dönmek için, THY’de çalışan eşiyle birlikte pas(ücretsiz) bilet almak istiyor fakat satış sisteminde, kendisi için yazılmış“öldü” bildirisi kendisini büyük bir şaşkınlığa uğratıyor. Üzerinde düşününce, durumun, THY’nin ücretsiz bilet uygulamasıyla ilişkili olduğu anlaşılıyor. Şöyle ki, bu uygulamaya göre, karı-koca çiftlerden birinin pas hakkını kaybetmesi için kişinin ölmüş ya da çiftin boşanmış olması gerekiyor. THY de, işten atılan Meltem Akdağ’ı bu uygulamadan mahrum bırakmak için, kendisini “öldü” gösteriyor.

Buradan çok rahat bir şekilde THY’nin, grev krizine etik olmayan yollarla cevap verdiği gözlemlenebilir. Grev yasağına karşı eylem yapan 305 işçisini, kendilerine kısa bilgilendirme mesajı yollayarak 1 günde işten çıkaran bir kurumun tepkilerini etikten yoksunlukla suçlamak için yukarıda özetlediğim habere ihtiyaç da yok belki; fakat bu etiksizliğin üstünü çizmek için bir ihtiyaç olabilir.

THY, kendi değerlendirmelerine göre (normlarına göre demiyorum) suçlu bulduğu bir çalışanını, bir kısa mesajla bilgilendirip işten atarak hem kurumsal olarak imajına gölge düşürdü (tamam, THY açısından bu onun sorunu) hem de doğal bir hakkın savunucusu olduğu ve senelerini THY’ye verdiği çalışanını mağdur bırakıp onun kişilik hakkına resmen tecavüz etti. (burada ise sorun, THY’den çıkıp, bir “insan”ın onur meselesi haline gelmekte)

Kişiliğe zaten bu kadar bilinçsizce müdahale edilmişken, çok daha ileriye gidip bir insanı resmi kayıtlarda “öldü” olarak göstermek ise (her ne kadar seçim zamanlarında, çoktan hakkı rahmetine kavuşmuş hayali seçmenlerden ya da işyerlerinde yokmuş gibi gösterilip etiyle kemiğiyle aslında var olan kayıt dışı işçilerden bu tarz yanılsamalara alışık olsak da) bize aslında ölen şeyin bir insanın kimliğinden çok bir kurumun vicdani kimliği olduğunu gösterir.   

Fakat yukarıda sözünü ettiğim gibi, ben iş dünyasındaki dirilişleri de önemsiyorum. Her diriliş bir diriliş politikasına sahip olmayı gerektiriyor tabii. Aslında çok samimi ve basit bir cümle, karmaşık diriliş politikasını ustaca yürütmenin en önemli, en basit ve en iş bitirici adımı olabilir:

“Özür dileriz”

Bu basit ama tonlarca ağırlığı olan cümlenin sarfı, sarf edecek olan tarafından elbette ciddi bir kabullenmeyi de gerektirir. Kabullenilmediği halde, neden kabullenilmediğini ispatlamak ve bunu halka göstermek yerine sadece politik bir söylem olarak telaffuz etmek de marka kimliğini güçlendirmek adına çok sağlam bir yöntem olmayabilir. Hangi tarafın haklı olup olmadığını bilinçli bir şekilde tespit etme süreci de, kriz dönemi süresince iyi bir kulak, merak ve algıya sahip olmayı gerektirir.

“Kim benim hakkımda ne diyor? Müşterilerimizin bu konudaki nabzı nedir? Çalışanlar, tedarikçiler, anlaşmalı kuruluşlar, paydaşlar, resmi makamlar bu durumu nasıl yorumluyor? Olayın evrensel boyutu nedir? Uluslar arası ilgili kuruluşların bu konuya yaklaşımları ve konu hakkındaki düzenlemeleri nedir? “

Kriz süresince bunlar ve bunun gibi sorgulamalar, söz konusu krizi doğru değerlendirmede ve bu değerlendirme sonrası yürütülecek politikaların isabetliliğinde çok önemli rol oynadığı gibi, markaya da daha duyarlı bir kimlik yükler. 
Dünyanın önde gelen havayolu şirketlerinden biri olan Türk Hava Yolları da keşke, dünyada bir örneği daha bulunmayan bir yasa tasarısını, bu tasarıya karşı çıkan işçilerini işten çıkararak desteklemeseydi de Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin takındığı takdir edilesi tavrı takınıp gönüllerimizi fethetseydi. Böylece ciddi bir krizin, kurum açısından nasıl bir avantaja dönüştürülebileceğinin örneğini görmüş olurduk.

No comments:

Post a Comment