“Etik” kavramı, biz farkında olalım ya da
olmayalım, bu kavrama önem verelim ya da vermeyelim, hayatımızda oldukça önemli
bir rol oynar. Hele ki günlük hayatımız dışında, verilen bir kararın çok geniş
kitleleri etkileyebildiği iş dünyasından söz ediyorsak eğer iş çevremize etik bir anlayışla yaklaşma
zorunluluğumuz kaçınılmazdır. Ne için? Başarılı olmak, itibarımızı hakkıyla
yönetmek için elbette.
Ben, bu kavramın aslında yenilenebilir bir
özelliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Bence, etiksizlikten kaynaklanan bir krize,
etiğin hâkim olduğu stratejilerle yaklaşıldığı zaman, kotarılmaya çalışılan
durum için ilk ve en önemli adımın atılmış olduğunu varsayıyorum. Hata ne kadar
büyük olursa olsun, içinde bulunulan durum ne kadar içinden çıkılamaz görünürse
görünsün, bir takım önemli ilkelerin geç de olsa farkına varmak ve onları
benimsemek, durumun muhakkak iyiye gitmesini sağlar.
Dünyadaki kuruluşların yüzde kaçının,
stratejilerini etik ilkeler çerçevesinde yönettikleri meçhul. Bu kuruluşları
bir etiklik çerçevesinde değerlendirebilir olmak, bazen kurumun kendisinin
alenice attığı bir adım ya da aldığı bir karar, bazen de istemsizce ortaya
çıkan bir kriz aracılığıyla mümkün olabiliyor.
Bu bağlamda Mayıs ayında bir “grev”
kriziyle karşı karşıya kalan Türk Hava Yolları’nın, bugün airport internet
sitesinde okuduğum bir haberine yer vererek, etik kavramını bu kuruluş
üzerinden değerlendirmek istedim. Haberin değinmek istediğim kısmının başlığı
şöyle:
“İşten
atıp, ‘ölü’ saydılar”
Özetleyecek olursam;
29 Mayıs tarihinde işten çıkarılan kabin
amirlerinden biri olan Meltem Akdağ, ABD’nin Los Angeles kentinden İstanbul’a
dönmek için, THY’de çalışan eşiyle birlikte pas(ücretsiz) bilet almak istiyor
fakat satış sisteminde, kendisi için yazılmış“öldü” bildirisi kendisini büyük
bir şaşkınlığa uğratıyor. Üzerinde düşününce, durumun, THY’nin ücretsiz bilet
uygulamasıyla ilişkili olduğu anlaşılıyor. Şöyle ki, bu uygulamaya göre, karı-koca
çiftlerden birinin pas hakkını kaybetmesi için kişinin ölmüş ya da çiftin
boşanmış olması gerekiyor. THY de, işten atılan Meltem Akdağ’ı bu uygulamadan
mahrum bırakmak için, kendisini “öldü” gösteriyor.
Buradan çok rahat bir şekilde THY’nin, grev
krizine etik olmayan yollarla cevap verdiği gözlemlenebilir. Grev yasağına
karşı eylem yapan 305 işçisini, kendilerine kısa bilgilendirme mesajı
yollayarak 1 günde işten çıkaran bir kurumun tepkilerini etikten yoksunlukla
suçlamak için yukarıda özetlediğim habere ihtiyaç da yok belki; fakat bu
etiksizliğin üstünü çizmek için bir ihtiyaç olabilir.
THY, kendi değerlendirmelerine göre (normlarına
göre demiyorum) suçlu bulduğu bir çalışanını, bir kısa mesajla bilgilendirip
işten atarak hem kurumsal olarak imajına gölge düşürdü (tamam, THY açısından bu
onun sorunu) hem de doğal bir hakkın savunucusu olduğu ve senelerini THY’ye
verdiği çalışanını mağdur bırakıp onun kişilik hakkına resmen tecavüz etti.
(burada ise sorun, THY’den çıkıp, bir “insan”ın onur meselesi haline gelmekte)
Kişiliğe zaten bu kadar bilinçsizce müdahale
edilmişken, çok daha ileriye gidip bir insanı resmi kayıtlarda “öldü” olarak
göstermek ise (her ne kadar seçim zamanlarında, çoktan hakkı rahmetine kavuşmuş
hayali seçmenlerden ya da işyerlerinde yokmuş gibi gösterilip etiyle kemiğiyle aslında
var olan kayıt dışı işçilerden bu tarz yanılsamalara alışık olsak da) bize aslında
ölen şeyin bir insanın kimliğinden çok bir kurumun vicdani kimliği olduğunu gösterir.
Fakat yukarıda sözünü ettiğim gibi, ben iş
dünyasındaki dirilişleri de önemsiyorum. Her diriliş bir diriliş politikasına
sahip olmayı gerektiriyor tabii. Aslında çok samimi ve basit bir cümle,
karmaşık diriliş politikasını ustaca yürütmenin en önemli, en basit ve en iş
bitirici adımı olabilir:
“Özür dileriz”
Bu basit ama tonlarca ağırlığı olan
cümlenin sarfı, sarf edecek olan tarafından elbette ciddi bir kabullenmeyi de
gerektirir. Kabullenilmediği halde, neden kabullenilmediğini ispatlamak ve bunu
halka göstermek yerine sadece politik bir söylem olarak telaffuz etmek de marka
kimliğini güçlendirmek adına çok sağlam bir yöntem olmayabilir. Hangi tarafın
haklı olup olmadığını bilinçli bir şekilde tespit etme süreci de, kriz dönemi
süresince iyi bir kulak, merak ve algıya sahip olmayı gerektirir.
“Kim benim hakkımda ne diyor? Müşterilerimizin
bu konudaki nabzı nedir? Çalışanlar, tedarikçiler, anlaşmalı kuruluşlar, paydaşlar,
resmi makamlar bu durumu nasıl yorumluyor? Olayın evrensel boyutu nedir? Uluslar
arası ilgili kuruluşların bu konuya yaklaşımları ve konu hakkındaki
düzenlemeleri nedir? “
Kriz süresince bunlar ve bunun gibi sorgulamalar,
söz konusu krizi doğru değerlendirmede ve bu değerlendirme sonrası yürütülecek
politikaların isabetliliğinde çok önemli rol oynadığı gibi, markaya da daha
duyarlı bir kimlik yükler.
Dünyanın önde gelen havayolu şirketlerinden
biri olan Türk Hava Yolları da keşke, dünyada bir örneği daha bulunmayan bir
yasa tasarısını, bu tasarıya karşı çıkan işçilerini işten çıkararak
desteklemeseydi de Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin takındığı takdir edilesi
tavrı takınıp gönüllerimizi fethetseydi. Böylece ciddi bir krizin, kurum
açısından nasıl bir avantaja dönüştürülebileceğinin örneğini görmüş olurduk.
No comments:
Post a Comment